Powered By Blogger

28 Aralık 2019 Cumartesi

Ve Sonsuza Kadar Mutlu Yaşadılar...

Bu blogu yeniden aktifleştirdiğimde kendimce hedeflerim vardı. Ayda bir mutlaka içerik oluşturacaktım, daha çok okuyacak, daha çok paylaşacaktım, kendime sınırlar koymayıp farklı alanlara da yönelecektim falan... Amaaa işler pek de öyle olmuyormuş. Çünkü ciddi emek ve zaman istiyor her şeyden önce. Kendi temel ihtiyaçlarım için bile vakit ayırmakta güçlük çektiğim bu dönemde, çıtayı kendim için epeyi yükseltmişim farkında olmadan. Hatta bir ara, bırakayım öylece kalsın dedim. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse biraz da hevesim kaçmıştı bu işten. Elini sallasan kişisel bloga çarpan bu günlerde, ben ne sıfatla onlar arasında bulunuyorum sorusunu soruyordum kendime. Bir instamom değilim, olamam  ve olmayı da istemiyorum. Mütemadiyen haftasonlarını dışarda geçirmek, kocişli, prensesli/prensli, e bugünde böyle olsun dedik'li paylaşımlar yapmak bana göre değil. Bir ben mi yaşlandım ve kalabalıklardan tiksinir hale geldim bilmiyorum. Gittiğimiz yerlerde bir tane anı mahiyetinde kalması için fotoğraf çekmeye çalışıyorum ama çekilen onca fotoğraf karesinden genel olarak biri bile düzgün çıkmamış oluyor. Fotoğraf çektirelim derken de anın içinde kalmak mümkün olmuyor. Yani durum şu ki bu gün de bir instamom olamadım anne!🤷
Son yazımı yazdığımda, uzun zamandır sohbet etmediğim bir arkadaşım lütfen daha çok yaz diye mesaj atmıştı. Sonra başka güzel, beni mutlu eden geri dönüşler aldım okuduğum kitaplar, verdiğim tercihlerle alakalı. Bir de kankam "kimse için yazmıyorsan benim için yaz, ben çok beğeniyorum senin yazılarını" diyerek gazladı sağolsun. Sonra dedim ki ben bu blogu ilk açtığımda da sonradan yeniden yazmaya karar verdiğimde de bunu kendim için yaptım çünkü yazmak bana iyi geliyor.  Bazı anlar oluyor, yazmasam çatlardım diyorum mesela. İlk kompozisyonumu yazdığımda canım ilkokul öğretmenim Emine Çimen, "bu yeteneğinin üzerine git" demişti. Aradan yıllar geçti ama ben asla onun istediği kadar çalışkan ve azimli olamadım bu konuda. Keşke bu satırları okuyor olsa...(Yazar burada epeyi duygusallaştı.(ve kendine yazan kişi manasında yazar diye bahsettiğinin altını çiziyor)) Velhasıl kelam gitmiyorum efenim, canım istedikçe yazmaya devam edeceğim! Zira paşa gönlüm böyle arz buyurdular!
Bir güzel iç rahatlatma yazısından sonra gelelim yazının, asıl konusuna. Daha önce iki defa kitap inceleme yazısı yazmıştım ve bunlardan daha çok yazsana diye mesajlar almıştım 4 kişiden falan.😂  Okuduğum iki kitap da çok sorulunca ( ama bu gerçekten çok soruldu valla bak!🙈) yeni yazımı, bu kitaplar üzerinden ilişkiler hakkında yazayım dedim. O kitapların ilki, Amir Levine ve Rachel Heller'in kaleme aldığı Bağlanma isimli kitabı ve diğeri canım Bağırmayan Anne Baba Olmak kitabının da yazarı olan Hal Edward Runkel'ın, eşi Jenny Runkel ile yazdığı Bağırmayan Karı Koca Olmak isimli kitap. Aslında bu ilişkiler konusunda okumak istediğim bir kitap daha var. O da Birlikte İyi Hissetmek adında ama henüz o kitabı edinmediğimden, bu iki kitabı yazayım, onu da okuyunca bu yazıya bir edit yapar yeniden paylaşırım diye düşünüyorum.
Okuduğum iki kitabın da çevirmeni Ebrar Güldemler. Yeri gelmişken kendisinin Instagram hesabında bu kitapları anlattığı yazıları da çok kıymetli. Okumanızı tavsiye ederim.
İnsan ilişkiler kurarak hayatta kalan bir varlık. Var olduğumuz yer bile bir insan bedeni ve bunun için kadınlar olarak bizim seçilmiş olmamız beni inanılmaz mutlu ediyor. Henüz rahimde bir susam tanesi kadarken bile ilişki kuruyoruz. Annemizin dokunuşlarına, sesine, sevincine ve üzüntüsüne tepkiler veriyoruz. Doğumdan sonra da bu ilişkinin şekli, tüm hayatımız boyunca kuracağımız ilişkilere etki ediyor. İşte tam da bu sebepten anne-bebek bağlanması çok ama çok önemli. Çok severek izlediğim İstanbullu Gelin dizisinin bir sahnesinde Adem'in psikoloğu ona şöyle demişti: Biz psikolojide şöyle deriz Adem Bey, annenin doyuramadığını, dünya doyuramaz! Bu söz, sonsuza kadar kalbimde taşınmak üzere içime işlendi o an...
Bağlanma isimli kitap da hayattaki ilk bağlanmamızın önemiyle başlıyor ve sonrasında bağlanma çeşitlerini detaylıca anlatıyor. Daha iyi pekişmesi adına yazar, kendi iş hayatında tanık olduğu gerçek ilişkilerden örneklerle durumu somutlaştırıyor. O örnekleri okurken, aa bu ben, bu şu ve demekki yalnız değilmişim cümleleri içinizde yankılanıyor. Altını çize çize, bazen gözyaşı dökerek okudum. 3 temel bağlanma çeşidi bu kitapta geçiyor: kaygılı, kaçıngan ve hepimizin hayalini kurduğu güvenli bağlanma. Ben kendi bağlanma tipimin, kaygılı bağlanma olduğunu bu kitap sayesinde öğrendim. Bir tartışma sonrası neden böyle davranıyorum, aslında içimden geçen bunlar değilken, neden böyle cümleler kuruyorumun cevabı bu kitapta gizliymiş. Benim, kendimi ve ilişkimi tanımam da ilk rehber bu kitap oldu diyebilirim.
Eylül doğduğundan bu yana sanırım 3 roman okudum. Onun dışına tüm kitap siparişlerimi psikoloji kitapları oluşturuyor. Bir keresinde Kübra, sıkılmıyor musun sürekli bu kitapları okumaktan demişti. Belki siz de aman bu da psikolog kesildi başımıza diyorsunuzdur diye buraya da cevabımı yazayım. Hayır çünkü benim kendimle bir meselem var. İçimde bir yerlerde anlaşılmayı, görülmeyi ve kabul edilmeyi bekleyen bir çocuk var. Ben bu çocuğu, kızımla yeniden doğurdum! Benim hayatım da evliliğim de benliğim de Eylül'den önce ve sonra olmak üzere ikiye ayrılıyor. O küçük çocuğu görmeme ve tanımama vesile olduğu  için sonsuza kadar biricik kızıma minnettar olacağım.
Biz Ender'le çocuk sayılabilecek bir yaşta tanıştık. Kankalığımız aşka dönüştüğünde, belki çok klasik olacak ama onunla evleneceğimi biliyordum. Bunları yaşamamış biri olsaydım ve siz bana benzer bir hikaye anlatsaydınız, "off saçmalama Allah aşkına böyle şeyler yalnızca filmlerde ve romanlarda olur." derdim! Şöyle romantik, böyle destansı bir aşkımız var güzellemesi yapmak için bunu yazmıyorum. Aksine gayet sıradan bir aşkımız ve kavgalarımız var. Ama insanın ilk aşkıyla evlenebilmesi bu devir için biraz gerçeküstü bir durum kabul edelim. İlişkimizde iki çok büyük dönüm noktası vardı, biri düğün hazırlıkları evresi, diğeri de Eylül'ün 1 yaşına kadar geldiği süreç.
Ve şimdi dönüp, geriye baktığımda ikisinin de sebebinin kahrolasıca toplumsal baskılar ve dayatmalar olduğunu görüyorum.
Yuvayı dişi kuş yapar sözünü hangi atamız söylediyse, onunla öte tarafta çok ciddi bir kavgamız olacak, buradan ilan ediyorum! İki kişiden oluşan yuvayı neden yalnızca dişi kuş yapsın ve neden erkek kuşa her fikri sorulduğunda/işe dahil olunması istenildiğinde, ben anlamam yaa sen bilirsin sözlerine maruz kalsın! Bu zihniyeti sonsuza kadar reddediyorum. Sevgili oğlan çocuu ebeveynleri, bu zihniyeti kıracak olan sizlersiniz. Hadi size güveniyorum!
Bağırmayan Karı Koca Olmak kitabında da böyle bir hikaye anlatıyor yazar. Bazı satırları gülerek okumuştum. İkinizin ortak yaşayacağı ev ama dekorasyonla ilgili çoğu kararı kadın veriyor mesela. Erkekler de sen bilirsin, sen beğendiysen sorun yok gibi tamamen kavgadan kaçınan ama kadınları deli eden cümleleri kurmakla yetiniyor.
Bağırmaya Karı Koca Olmak, şiddetsiz iletişimin de temel dili olan ben dilinin önemine vurgu yapıyor. Yani diyor ki cesur olun ve istediğinizi, hislerinizi ifade edin. Yargılama yok! Suçlama yok! "Sen ...... yaptığında, ben ....... hissediyorum." Diyin. O an, asıl hissettiğiniz şeye, hangi duygunuzun karşılanmadığına odaklanmanızı öğütlüyor. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, diyelim eşiniz sık sık dışarı çıkıyor, birlikte olduğunuz anlarda da ilgisi sizin dışınızda her şeyde o an hissettiğimiz öfkenin sebebi yalnız kalmak, ilişkide olma isteğinizin karşılıksız kalması. Biz hanımlar bu isteği ifade etmek yerine, genel olarak şöyle yaparız. Oflar, puflar, surat asar, çarpına çarpına bir şeyler yapar, alakasız konularda laf sokarız. Psikolojide bu tutuma pasif agresif davranış deniyor. Hal diyor ki bunun yerine cesurca kendi hissinizi söyleseniz, sorun kavgaya varmadan çözülecek belkide. Cesurca diyor çünkü insanın kendi hissini söylemesi, muhatabını suçlamaktan çok daha zor. Hissinizi söylediğiniz an, gardınız kalkar ve kırılganlıkla karşı karşıya kalırsınız. Bunu göze almak en büyük cesaret örneğidir. Brene Brown'un kırılganlık, utanç ve cesaret üstüne yapmış olduğu söyleşiyi de izlemenizi tavsiye ederim yeri gelmişken. Ve Hal belki diyor çünkü bu aslında bir çözüm önerisi değil. Size ilişkiniz üzerine tüyolar veren bir kitap değil. Bu kitap ilişkiniz için önce kendinize, kendi hislerinize odaklanmanızı söylüyor. Kadın ya da erkek, kitabı okuyan her kim ise... Bir ilişki iki kişinin sorumluğu da ancak şu an bu bilgiye kim hakimse, o da kendi payının hakkını vermeli diyor kısaca.
Ben de klasik bir pasif agresif davranışçıyım-dım. Hala gidilecek çok yolum var ve kırılganlığımı tamamen göğüsleyebicek tam bir cesaretim yok henüz. Velakin niyet etmiş bulunduk bir kere. Yol uzun, çetrefilli ama sahici!
Coğrafya kaderdir diyorlar ya hani, Orta Doğu'da kadın olmak da zor, erkek olmak da! Toplum her iki cinse de kaldıramayacağı yükler bindirmişken, sağlıklı ilişkiler kurmak bihayli zorlaşıyor. Ancak toplum dediğimiz sensin, benim. İşe önce kendimizle, kendi ilişkilerimizle başlamalıyız ki toplum değişsin, dönüşsün!
29. yaşımın son yarısında anlıyorum ki bağ bu dünyadaki en kıymetli şeydir!


1 Temmuz 2019 Pazartesi

Tırtıldı, Kelebek Oldu!

Ben Bebek Değil Çocukum! Böyle dedi Eylül, onu bebeğim diye severken...
Ben hala daha onun yaşını ay olarak hesaplayayım, kıyafetini giyerken "dur anneciğim sana yardım edeyim" deyip kıyafetini giydirmeye çalışadurayım...


Üstüm başım süt lekeleriyle doluyken, topuzu dağılmış bir lohusa iken aynadaki aksimi görüp, benim hayatım bitmiş, bundan sonra asla uyuyamayacağım ve asla kendime zaman ayıramayacağım diye düşünüp ağlamıştım. Çünkü lohusalık!
Eğer başıma bir şey gelmeyecekse, bu yazıyı yayınladığım günün gecesi, kim ya o kem gözlü, gözü çıksın demem inşallaaaaaah diyerek açıklıyorum. Artık uyuyorum arkadaşlar! Asın bayrakları uykusuz analar asın! Tünelin sonunda ışık var! 🎉🎊
Bu arada beklentiyi yükseltmemek adına şöyle bir dipnot düşeyim, hala bizimle uyuyup uyanıyor ama gece zibilyon kez kalkmıyorum.

Henüz hamileyken bebek liderliğinde bir emzirme sürecini benimsemiştim. Eylül istediği zaman emmeyi kendi bırakacak diyordum ve sonrası alabildiğine eleştiri biliyorsunuz. Ben öyle diyordum demesine lakin o işler pek de bahsedildiği kadar kolay değilmiş. Yine hiç tecrübe etmediğim bir şey hakkında büyük büyük laflar etmiş, hayatın o imalı gülüşünü ıskalamıştım. 2 yaşına kadar emzirmek arada bunaltsa da benim için de çok keyifle sürdürdüğüm bir eylemdi. 2 yaşından sonra Eylül işi biraz oyuna çevirdi. her canı sıkıldığında, çizgi film izlerken atıştırmalık niyetine, acıktığında, canı acıdığında kısacası her an, her yerde emmek istiyordu. Bu durum artık beni zorlamaya başlamıştı ve emzirirken kendimi hiç mutlu hissedemez olmuştum. Gece bin kere emmeye kalktığı için uykumu da alamıyordum. Yorgun ve açıkçası biraz da sıkılmış hissediyordum. Doğal Ebeveynlik kitabında şöyle bir cümle vardı: Doğal ebeveynlik esaslarından biri bile size ve ailenize uymuyorsa değiştirin. Bu sözü kulağıma küpe etmiştim ama hala daha içim rahat değildi. 25. ayında son 4 azı dişini de peş peşe çıkardı. Allah'ım ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi resmen. 25 aylık çocuuum resmen yeni doğana, bense kelimenin tam manasıyla lohusaya dönmüştük. 💆Tam azılar bitti oh artık yavaş yavaş kendi sütten kesilir derken, bizim kız iyice cozuttu. Bu arada da artık yavaştan kademeli olarak sütten kesme olayını araştırıyorum. Bir iki blog ve köşe yazısı dışında hiçbir tatmin edici bir kaynak yok. O sebepten ben de bir türlü cesaret edemiyorum başlamaya. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama nasıl yapmayacağımı biliyordum. Karnını doyurmak için, sakinleşmek için, bağ kurmak için, canı acıdığı için çok severek emdiği memesini tek seferde, tiksindirerek ya da korkutarak elinden almayacaktım.  Tek seferde ve tiksindirerek ya da korkutarak kesmenin çocuklarda travmaya neden olduğuna dair bir yığın çalışma var. E hepimiz öyle sütten kesilmişiz, gayet de normal insanlarız sözlerini duymadım bile.
Hem de anne sağlığı için mastit gibi sorunlara sebep oluyor tek seferde kesmek.

Ölümüne uykusuz kaldığım bir gecenin sabahı, tamam artık dedim öyle ya da böyle başlıyorum bugün.

Kaynaklarda genel olarak öncelikle gece beslenmesini kesin diye önerilerde bulunulmuş ben de ilk öyle başladım. Ammaaaan o neydi Allah'ım! 45 dk falan kesintisiz ağladı sanırım. Sabahına yine vazgeçmiştim. Ben ameliyat olduğum zaman Eylül'e bir gece ablam bakmıştı. Onunla konuştum ne yapayım olmuyor ama ben de artık dayanamıyorum diye. Bana sorarsan direk kes dedi gülerek, biz hep öyle yaptık başka türlüsünü biz de bilmiyoruz ki dedi. Öyle yapmayacağımı bildiği için, aslında önce gündüzleri mi azaltsan diye devam etti. Eylül gündüz daha kolay oyalanıyor. Bizde kaldığı zaman gündüz hiç sormadı, gece çok zorlanmıştı diyince ben de başladım gündüz emmelerini azaltmaya. İlk önce beni illallah ettiren o zırt pırt emmeleri bitirdim. Şöyle bir düşündüm kaç emme ideal diye, sabah uyandığında, öğlen uykusuna dalmadan önce, uyandıktan sonra ve gece uykusuna geçmeden önce olmak üzere uyanık olduğu saatler sadece 4 kere emzirmiş olacaktım. Geceleri hiç ellemedim.
Her emmek istediğinde ona farklı bir teklifle gittim.
- Anne memmee dedi. -Elma ister misin hadi gel birlikte dilimleyelim dedim.
-Anne memmee dedi. -Şimdi meme zamanı değil, Eylül'ü gıdıklama zamaaaanı diyip başladım gıdıklamaya.
Daha fazla dışarı çıktık. Daha fazla oyun oynadık. Ve şunu net olarak söyleyebilirim ki hiç de benim korktuğum kadar zor olmadı. Ben gündüz emmelerini azaltınca o da gece emmelerini kendiğinden azalttı ve bitirdi.
Her ay bir emme sayısını azalttım. Her eksilen defa için 3 gün kadar zorlanma oldu ve her seferinde benim de içimde bir hüzün vardı. Bu Eylül için olduğu kadar benim için de çok zordu. Çünkü hiç bilmiyordum tamamen içgüdüsel hareket ederken, acaba yanlış mı yapıyorum iç sesim sağolsun hiç yakamı bırakmıyordu. 3.ayın sonunda artık sadece uykuya geçişlerde emiyordu ve gecede artık bir kere falan emmek için uyanıyordu. Gün boyu hiç emmediğinden sanırım, uykuya geçişleri de çok hızlı oluyordu. Bir ara acaba kesmesem böyle devam mı etsem diye düşündüm ve o dönem sanki iç sesimle savaşım varmış gibiydi. Bazı geceler çok yoruyordu. Ramazan başlamadan bu işi bitireceğim dedim iki emme de uyku öncesi nasıl olsa, şimdi bir ver, bir verme olmasın kafası karışır diye düşünüp tek seferde kesmek gibi bir hata yaptım. 4 gün boyunca ona da kendime de boşuna eziyet ettim ve pes edip tekrar emzirdim. Ramazana kadar yeniden uyku önceleri emiyordu ama bu sefer şöyle bir yol izledim. Emzirirken onunla konuştum, artık yorulduğumu, sütlerin azaldığını, onun büyüdüğünü falan anlatıyordum. Kıştan beri en çok dilinde olan şey okula gitmekti. Bu sebepten okula giden çocukların artık emmediğini falan anlatıyordum. O da sırayla arkadaşlarının, kuzenlerinin emip emmediğini soruyordu. Ramazan Ayı'nın birinci günü gece uykusuna geçişini kesme kararı verdim ve burada gerçekçi olmak zorundayım ilk 10 gün çok zordu. Nerdeyse sahura kadar yatmıyordu, defalarca ağlıyor, kendini paralar hale geliyordu. Ender devreye giriyordu ama asla duymuyordu bizi o anlarda. Aletha Solter, Çocuğunuza Kulak Verin Kitabında uzunca bir bölüm ağlamanın öneminden bahsetmişti. Ben Eylül'ün bebekliğinden beri, o ağladığında olağanüstü hal ilan eder, o sussun diye elimden gelen her şeyi yapardım. Bunun ne denli yanlış olduğuyla yüzleşmiştim okurken. Bu sefer öyle yapmadım. Çok zorlanıyordu görüyordum ve bununla nasıl baş edeceğini bilmiyordu, ben de bilmiyordum. Ağlamasına ve öfkesini dışarı atmasına izin verdim, bunun için alan açtım. Çoğu zaman bir süre sonra kucağımda sakinleşip, öyle dalıyordu.
Şubat Ayında Mamma Show'daki bir söyleşiye katılmıştım. Instagram'dan da beğenerek takip ettiğim pedagog Aslıhan Tokgöz Onaran, psikolog Gülay Okutucu Karaman ve o gün tanıma fırsatı bulduğum emzirme danışmanı Melody De Visscher Büyükkaraca konuşmalarını dinlemiştim. Melody Hanım, o gün şefkatle emzirmeyi sonlandırmak üzerine konuşmuştu ve bununla ilgili hem ebeveynler hem de çocuklar için bir kitap yazdığı müjdesi vermişti. Ha bugün, ha yarın derken nihayet Ramazan Ayı'nda kitap çıktı ve hiç beklemeden sipariş verdim. adı Güle Güle Meme. Zaten sonuna gelmiştik ama bize yardımı büyük oldu. Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk kısmı çocuklar için. Bu kısımda yazar, kendi çocuğuyla deneyimlediği emzirme sınırlandırma deneyimini resmedip, anlatıyor. İkinci kısımda anneler için güzel öneriler var.
Eylül her akşam yatmadan önce o kitabı okumamı istiyordu(uyku rutinine kitap okuma eklemiştik), kitabın karakteri Jazz'la hemen kendini özdeşleştirmişti. Bunun bir diğer sebebi de kitapta bazı çerçeveler var oralara fotoğraf yapıştırabiliyorsunuz. Bu etkinliği Eylül babasıyla birlikte çok eğlenerek yaptı. Böylece bu kitap bizim de anı kitabımız oldu.💙🎈
Kitap bu.


Son hafta artık ona şöyle diyodum. Yakında bayram gelecek ve bayramdan sonra memeye sen de güle güle diyeceksin kızım tamam mı diyordum ve o da tamam diyordu.
30 Mayıs'ta hiç beklemediğim bir şey oldu, bütün gün çişinin kakasının geldiğini, tuvalette yapmak istediğini söyledi. Küçük çaplı şok eşliğinde, içimde milyonlarca kelebeğin kanat çırpınışı vardı. Benim minik bebeğim gerçekten büyüyordu. Sonrasında evde bez giymek istemedi, arada ufak tefek kazalar oldu tabiki(hatta hala daha bazen oluyor), ben de korkudan dışarı çıktığımızda bez bağlasın diye yalvarıyordum.
Bayram'ın 3. günü artık memelerde süt bittiğini ve emmeyeceğini söyledim. Yine ağlayıp, bağıracağını bekliyordum ama öyle olmadı. Tamam dedi ve o gün öğle uykusuna emmeden daldı.
Öyle çok mutlu oldum ki bunu kelimelerle ifade edemem. Beni mutlu eden şey, emzirmenin sonlanması değil, şefkatle sorunsuz sonlanması olmuştu. Tarihler 6 Haziran'ı gösteriyordu...
Ama endişelerim bitmedi tabi, hiç ağlamaması normal mi acaba üzüntüsünü bastırıyor mu diye içim içimi yedi günlerce. Memeye bakmak, dokunmak, öpmeyi istemek gibi davranışların görülebileceğini ve bunun normal olduğunu okumuştum. Bir iki defa öpmek istedi izin verdim ve hepsi bu. Tam 30 aylık emzirme maceramız başladığı gibi şefkatle son bulmuştu. Çok şükür, bin şükür...
Bez olayına gelince, bayramda ziyaretler falan derken hep bez bağladım genel olarak tuvaletini söylüyordu ama yine de bezler doluyordu ve uykularında da takıyordum. Ablam bezi tek seferde bırakmamı önerdi ve yine onu dinledim. yatağına sıvı geçirmeyen alez geçirdim ve bezi tamamen bıraktırdım. Sorasında birkaç kaza oldu veeee bez dönemi de kendiliğinden tarih oldu! Teşekkür ederim canım kızım, çünkü annen bu süreci de yönetebilecek cesareti kendinde bir türlü bulamıyordu! Aslında bez bırakma sinyallerini geçen sene Ağustos ayından beri veriyordu ben bir şekilde cesaret edemiyordum. Eylül kendi göbeğini kendi kesmiş oldu böylece.

İşte böyle...Memeyi tutsun diye kan ter içinde kaldığım, meme ucu yaralarından mütevellit ağlayarak emzirdiğim günlerin geride kaldığı gibi, emzirme dönemi de bez dönemi de geride kaldı artık bizim için. Bebeğim çocuğa, anneliğim de farklı bir boyuta evrilmiş oldu! Teşekkürler canım kızım, teşekkürler okuduğum kitaplar, teşekkürler seçtiğim ebeveynlik yolum, teşekkürler canım eşim(burda çok detaylı anlatmadım ama her tükendiğim anda bayrağı o devraldı.) ve teşekkürler canım kendim!💐💙


17 Ocak 2019 Perşembe

Annelik vs İş Hayatı

 Bu yazının başlığını atıp uzunca bir süre taslak halinde beklettim, tıpkı zihnimde beklettiğim gibi...

 Henüz bir çocuk sahibi olmak isteyip istemediğime karar vermemişken bile, aklımda şu düşünce vardı. Bir gün anne olursam, çocuğumun bana en çok ihtiyaç duyacağı yıllarda yanında olmak istiyorum. Bu sebepten Eylül doğduktan kısa bir süre sonra tekrar çalışmak hiç gündemimizde olmadı. Okuduklarımdan yola çıkarak kendimce en az 3 yıl diye bir zaman belirlemiştim kafamda. Ancak o işler pek de öyle ilerlemiyormuş günümüz koşullarında.

 Her şeyden önce Türkiye'nin mevcut şartlarında insanca bir hayat sürdürebilmeniz tek maaşla mümkün değil. Tabi bu, o tek maaşın basamak değeriyle doğru orantılı. "İnsanca yaşam"dan kastım asla bizlere lüks olarak empoze edilen şeyler değil. Ayda bir bir filme/oyuna gitmek, ailecek keyifli bir etkinlik yapmak, çok bunaldığınızda ay sonunu düşünmeden bu leş gibi şehir hayatına küçük bir mola vermek vs. Bunların hiçbiri lüks değil, aksine bunlar hayatı çekilebilir kılan manevi ihtiyaçlarımız. Bahsettiğim şey, yalnızca Instagram'a hikaye ve içerik eklemek için alınan marka kıyafetler, kallavi restorantlarda yenilen yemekler, üstünde adınız yazdığı için karton bardakta içilen kahveler değil. İnsanların çoğu geçim sıkıntısı çekmek pahasına bundan vazgeçmiyor, vazgeçemiyor! Çünkü ne derler bilirsiniz, show must go on! Neyse biz konumuza geri dönelim.
 Nicedir hayatımda minimalizmi yaşıyorum. Evde enerjimi tüketen ne varsa attım. Sırf bir gün lazım olur diye sakladığım ve asla lazım olmayan o şeyler yığınına sonsuza kadar elveda dedim. Potansiyel bir alışveriş delisinden, buna gerçekten ihtiyacım var mı diyen insana evrildim. Söz konusu Eylül olunca işler hala daha al bunu, bunu da al, ay bu da çok lazıım şeklinde devam etse de şu an ki halimden oldukça memnunum. Bu aralar ise minimalizmin felsefesini öğrenmek ve tüm hayatıma adapte etmek istiyorum. Çünkü gerçekten bu tüketim çılgınlığı, beni zihinsel olarak çok yoruyor. Tüketim çılgınlığından kastım yalnızca para vererek sahip olduklarımız değil, ilişkilerimiz, zamanımız, tüm hayatımız. Her şeyi çok hızlı tüketiyor ve bir sonrasını istiyoruz. Malesef  bu döngü hiç bitmiyor...
 Minimalizmin konuyla ne alakası var derseniz, şöyle ki tek maaşla geçinebilme adlı ortak sorunumuz üzerine düşünürken kendime ihtiyaçlarımızın ne kadarı gerçekçi ve gerekli sorularını sorduğumu farkettim. O dönemde sosyal medyada sık sık benzer içeriklere denk geliyordum. Biraz araştırıp, üstüne düşününce sadeleşmeye karar verdim ve sadeleşmeye önce sosyal medyadan başladım. Bana kendimi yetersiz ve mutsuz hissettiren hesapların tamamını takipten çıkardım. O bile insanda müthiş bir hafiflemeye neden oluyor. Tavsiye ederim. Öyle, böyle derken ihtiyaçlarımı en aza indirmiş oldum. Bana geçici değil, kalıcı mutluluklar verebilecek şeyleri satın aldım. Ancak bu bile, Türkiye'de tek maaşla insanca yaşamak için yeterli değil!
 Eylül 2 yaşına girdikten sonra, kesinlikle en başta bu sebepten, sonrada kendimi yeniden işe yarar ve ayakları üstünde durabilen biri olarak hissetmek istediğim için çalışmayı istediğimi farkettim. Artık çalışmak istiyorum ama .... Evet hayatımızın ortasında kocaman bir ama var! Hatta amalar var! O amalar ne mi?
 Türkiye'deki üniversiteleri saymanız istendiğinde belki aklınıza gelecek ilk beş okuldan olan Marmara Üniversitesi mezunuyum ancak, medya öyle bir sektör ki asla kuvvetli bir referansınız olmadan işe başlamanız mümkün değil. Başladınız diyelim hem çalışma saati olsun, hem emeğiniz olsun son damlasına kadar sömürülüp, karşılığında ise üç kuruşa talim etmeniz beklenecek. Üstelik mezun olduktan sonra çalıştığım kanalda, haber müdürümün ayağımı kaydırmak için yaptıklarını hala unutmuş değilim. Bu mesleği gerçekten yapıp yapmak istediğimi bilmiyorken, Eylül'ün hayatından bu kadar uzun bir zaman dilimini alamam. Bu sebeplerden gazetecilik ihtimalini elemiş oldum.
 Özel sektörde halkla ilişkiler ve insan kaynakları için verilen ilanlara başvuruyorum bir bir ama hepsi en az 3 yıl tecrübe beklediğinden bir dönüş alamadım malesef...
 Bir de çalışma saati sorunsalı var. Özel sektörde ortalama çalışma saatleri 9-7, bir de buna günlük ortalama 3 saat yol eklersek, günün 13 saati kızımdan ayrı kalacağım demek. Türkiye'de hiçbir kreş bu kadar uzun saat hizmet vermiyor, verse bile bu benim maaşımın büyük bir kısmının zaten oraya gitmesi demek olurdu. Aile büyükleri baksa, bu kadar uzun saat Eylül'ün tüm taleplerine cevap vermeleri o yaş ve hastalıklarla mümkün olmaz. Teyzeler desen evimize en az 1 saat uzaklıktalar zaten. O yüzden bu ihtimali de Eylül biraz daha büyüyene kadar rafta bekletme kararı aldım. Kagider'in araştırmasına göre, Türkiye'de kadınlar en çok bu sebepten, doğum yaptıktan sonra iş hayatına geri dönmüyor. Nasıl dönsün? 😔
  Gelelim son ihtimale. Evlendikten sonra 2 yıl ücretli İngilizce Öğretmenliği yaptığımdan bahsetmiştim ki bu meslek manevi olarak bana en çok haz veren işimdi. Şimdi geriye dönüp baktığımda en çok öğretmenliği özlüyorum. Kendimi en çok, birinin kalbine dokunurken işe yarar hissettim. Hala ara ara öğrencilerimin attığı mesajlar beni öyle mutlu eder ki... Sanırım en çok bu sebepten ve saat olarak bize en çok uyacak iş bu olduğundan 2. dönem için yeniden ücretli öğretmenlik başvurusunda bulundum. Vatana, millete hayırlı olmasını umuyorum. 😂Bakalım nasıl sonuçlanacak?
 Özetle varmak istediğim yer şu: kapitalist sistem diyor ki eğer benim çarkımın dişlileri arasında yer alacaksan, çoluğunu, çocuğunu düşünmeden köle gibi çalışacaksın. Çalışamam diyorsan çarkımın arasında ezileceksin! Başka seçenek yok! Varsa da ben bilmiyorum!
  

31 Ekim 2018 Çarşamba

Sevgili blogum

Burası şimdi benim günlüğümmüş meğersem....
Biraz iç dökmeye, düşünmeden yazmaya, belki biraz akıl almaya ihtiyacım var. Bu sebepten şimdi okuduklarınızı çok da şaapmayin bence. E o zaman başlıyorum ben!
En sevdiğim mevsim kesinlikle sonbahar ve en sevdiğim ay Eylül.💙 Sırf bu sebepten Eylül'de evlendik. Kızımızın adı bu sebepten Eylül.💞 Ancak bu seneki Eylül ayı tabiri caizse bende bir senelik yorgunluk bırakıp gitti! Ayın başında annem, babam Kutsal Topraklardan hacı olarak döndü çok şükür. Onlar gelince bizim maaile misafir ağırlama günlerimiz başladı. Bu süre zarfinda Eylül ile bilfiil ilgilenme şansım olmadı haliyle. Eylül kuzenleriyle kuzenleri de onunla zaman geçirmeyi çok seviyor. Devir teknoloji devri malum. Elden düşmeyen telefonlar sayesinde youtube'dan video izleyenler kervanına Eylüş hanım da giriş yapmış oldu.
Ekran hayatımızda sıfır gibi bir yalan söylemeyeceğim tabi supermoms misali, ancak Ender eve gelene kadar evde tv açmadım. Elimden geldiğince ekrandan uzak tutmaya çalıştım, özellikle telefondan! Gel gelelim ki teknolojiden kaçış yok! Bu sayede nur topu gibi bir telefon krizimiz oldu evimizde malesef!😒 Şimdilik telefona değil, televizyona yönlendiriyorum. Ekran başında öylece bırakıp başka işle meşgul olmak yerine oturup onunla izliyor üzerine konuşuyorum. En büyük sorunu kapatmada ve sınır koymada yaşıyorum. Henüz bu işi ağlatmadan sonlandıramadım. Emin olun en az onun kadar zorlanıyorum.😞
2 yaşına çok az bir zaman kaldı ve adına terrible two dedikleri 2 yaş sendromunu iliklerimize kadar yaşatıyor kızım sağolsun. İlk ayak sesleri tatildeyken geldi. O her şeyi ben yapacağım, alıp başımı gideceğim, istediğim olmayınca yerlere yatıp ağlayacağım halleriyle tam bir dunya tatlısıydı! Görmeliydiniz!😂😂😂
Bu tatil dinlenmeli bir tatil olsun dedik, senenin yorgunluğunu atarız mis gibi diye. Sonuç olarak daha çok yorulup geldik.🙈😂 Yine de dönüş yolunda güzeldi ama yaa diyip, gelecek sene için tatil planı yaptık. 😀
Eğer bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Daha tatil bavullarını boşaltmadan, hastane odası icin bavul hazırlamaya koyuldum. Daha önce bahsetmiştim yakın zamanda ameliyat olacağım diye. Şansıma tatil dönüşü apar topar safra kesemi aldırdım. Bu ameliyat beni çok korkutuyordu çünkü bu Eylül ile ilk ayrılığımız olacaktı. Çok şükür korktuğum gibi olmadı. Kızım 1 damla gözyaşı dökmeden benden ayrıldı. Teyzesinde kaldı. En çok uykuya geçişlerde zorlanmış kuzum çünkü emerek uyuyor. Ertesi gün beni gördüğünde de ilk talebi bu oldu.🙈
Ameliyat sonrasında birkaç gün ayrılık anksiyetesi oluştu ama bol kucak, sarılma ve aynalama ile üstesinden geldik çok şükür. Bu ayrılık ikimize de bağlanmamızı test etme şansı verdi ve sonuç bence ikimizde güvenli bağlanabilmişiz.💃💙
Annelerin iyilesme süreci çok hızlı oluyormuş bir şehir efsanesi değilmiş bunu da tecrübe etmiş oldum. Henüz dikişlerimi aldırmadan kızımı kucaklamaya, onun temel ihtiyaçlarını gidermeye başladım. Ve ardından geciken kış temizliği icin kolları sıvadım. Her zamankinden daha yavaş ve ağır bir şekilde de olsa sonunda o da bitti. Eylül'ün uyuduğu vakitler başka işle meşgul olmayı değil, kitap okuyup kahve içmeyi öyle çok özledim ki anlatamam.
İşte böyle... Şimdi Ekim'i uğurlarken, sonbahardan tek dileğim, Sweet November tadında bir Kasım. Ay buna çok ihtiyacım var lütfen. Yoksa "yok yok öyle ölmem füze at füze!" dememe ramak kaldı.😂🌵🍂🍁

18 Haziran 2018 Pazartesi

Ee Anlatsana Biraz Niye BLW?

Konun özüne geçmeden önce bir parça içimi dökeceğim. Epeyidir ne instagramda ne de blogumda iki sebepten ötürü aktif olamıyorum. Küçük küçük biriktirdiğim can sıkıntılarım bana sağlık sorunları olarak geri dönüyor. Yakın zamanda ameliyat olacağım( bunu yazarken bile kızımdan nasıl ayrı kalacağımı düşünüp kahroluyorum).Diğer sebebi de daha önceki yazımda bahsetmiştim, Eylül'ün telefona karşı ilgisi tavan yapmış durumda ve de artık daha fazla oyun istiyor. Oyun anlarında da sadece onunla ilgileneyim, elim telefona gitmesin istiyor çok haklı olarak. Ben de şu an teknoloji diyeti yapıyorum.🙈 Bir türlü veremediğim kilolarıma da bir ara el atacağım merak etmeyin.😂
Yakınma kısmını tamamlayıp konunun özüne dönüyorum. Bu ara çook popüler olan bir ek gıdaya geçiş yöntemi olan BLW'den bahsedeceğim. Hoş artık bilmeyen kalmadı ama ben de şöyle bir kısaca anlatayım. Baby Led Weaning'in kısaltılması (bebek liderliğinde beslenme) olan BLW, benim aklıma en çok yatan beslenme biçimi oldu. Her besini 3 gün boyunca parmak gıdalar haline getirip, bebeğinizin yiyebileceği kadar pişirip, bebeğinizin önüne koyuyorsunuz ve siz de oturup 6 aylık miniğinizin o besini tutmasını/tutamamasını, mıncıklamasını/zerre oralı olmamasını, yemesini/yiyemesini sabırla, telaşla ve birazcık da korkuyla izliyorsunuz. Bu işin teknik kısmı. Bununla alakalı çok daha detaylı bilgiyi blwturkiye.com adresinden ve yine aynı ekibin yazmış olduğu Bebek Liderliğinde Beslenme BLW kitabından bulabilirsiniz.

Bense, BLW'nin neden önemli olduğunu, bu yöntemi nasıl anlayıp, uyguladığımızı ve Eylül ek gıdaya geçerken neden bu yöntemi seçtiğimi, kendimce anlatacağım.
Ta en başından beri doğal ebeveynlik, AP yaklaşımı, şiddetsiz iletişim vs bu kavramları benimsedim kendimce anladığımı sizlere de anlattım. Bu yöntem, bebeğin de bir birey olduğunu biliyor ve ona göre bir sistem oluşturuyor. Bu sebeple BLW, aslında doğal ebeveynliğin bir parçası. Ne yiyeceğine, ne kadar yiyeceğine tamamıyla bebeğin kendi karar veriyor. Boğulma gibi bir durum olmadıkça siz müdahale etmeden bebeğinizi izliyorsunuz. Bu bir anne için harika bir sınav.
Özetle BLW bebeğinizin ince motor gelişiminin daha hızlı gelişmesine, bunu yapabilirsin güvenini kazanmasına, kararına saygı duyuyorum ve seni bir birey olarak tanıyorum mesajını almasına katkı sağlıyor diyebiliriz.
 Beslenme biz annelerin yumuşak karnı. Tombul çocuğun sağlıklı kabul edildiği, nazar edildiği bir toplumuz malum. Bu yüzden her bulduğunu çocuğun ağzına tıkıştırma, şişman bebeğe maşallah demek gibi bir huyumuz var milletçe. Anneler çocuklarıyla ilgili her olumsuzlukta kendini suçlamaya meyillidir. Bu fitrat olarak mı böyle yoksa annelere gereğinden fazlaca yük verildiğinden midir bilmem, bebeğin zayıflamış diyince kahrolan hemcinslerim var. Böyle bir toplumda BLW yapmak biraz cesaret istiyor açıkçası. Çok acımasızca eleştirilebilir, bebeğinize sürekli bir şeyler yedirmeye çalışanlarla mücadele etmeniz gerekebilir. Nerden bakarsanız bakın bu zorlu bir süreç.
BLW'yi çok yanlış anlayan iki güruh var. Birincisi kendini 'BLW Anneleri' diye tanımlayan bir kısım kadın. Yani nasıl desem, bunu çocuğun bir üstünlüğü zannedip, o 'başarıdan' kendine ciddi bir pay çıkaran hatta tümüyle kendine atfeden, bu beslenme şeklini benimsemeyeni hunharca eleştirebilme hakkını kendinde bulan bir kesimden bahsediyorum. Bu olayın özünü çok yanlış anladığını düşündüğüm bu kimseler, bana kalırsa bu yöntemi de popüler olduğundan tercih ediyor. Bknz supermoms.😒
Diğer grupsa zannediyorum bahsettiğim 'BLW Anneleri'nin etkisiyle birlikte BLW karşıtı, 'ay biz verdik bak bir sey oldu mu?'cular. Bu kesim de BLW'yi ukalalık, şımarıklık sanıyor. Genelde orta yaş ve üstü olan bu kimseler, bırakın bebeğinizin kararına saygi duymayı, sizin kendi bebeğinizle olan ilişkinize müdahale etme hakkını kendinde buluyor.😒
Gelelim bizim eve. Ben hamileyken karar verdim. Eylül ek gıdaya böyle geçecekti. Çünkü yukarda bahsettiğim artı yönler beni ikna etmeye yetti. Bu benim çevrem içinde bir ilkti ve bu sebeple ben de çok eleştirildim ama pes etmedim. Tadımlar şahane geçti sıfır alerjisiz bitti öğünler başladı derken kış geldi.🙈 Kışın BLW çok zor oluyormuş be. O eli saça sürmeler, yeri boylayan tabaklar... Şu an koltuğumda çıkmayan lekeler var diyeyim siz anlayın.😂 Eğer titiz diye tabir ettiğimiz insanlardansanız bu işe hiç kalkışmayın zira kaş yapayım derken göz çıkarırsınız. Bazen çok zorlanıyorum, Eylül döküp saçarken( genelde yeni temizlik yaptığım zamanlar) ama o kendi yerkenki mutluluğu öyle güzel ki insana amaaan temizlenir yine yaa dedirtiyor. Şu an hem çatal hem de kaşık kullanabiliyor. Zannediyorum 2 yaş civarı tam kontrolü sağlar. Yani bütün ümitlerim bu yönde.🙈
Sabırla yazımı okudunuz ve BLW aklınıza yattıysa benim kendi tecrübemden çıkardığım dersler var. Onları da paylaşmayı insanlık vazifesi bilirim.😂
*Kesinlikle pahalı mama sandalyesi almayın. Tüm parçaları demonte olan ve bir çırpıda yıkanabilecek bir model olsun. (Ikea antilop vb)
*Bebeği astronot gibi giydirmeyin.Rahat olsun ki yemeğine adapte olabilsin.
*Pahalı kıyafetler de almayın. Bazı lekeler çıkmıyor. Üzülürsünüz.
*Halı örtüsü ve koltuk örtüsü hatta bunlarin yedeklerini edinin. Ben bunlardan nefret ediyorum. Bu yüzden evlenirken 'ıyy asla o iğrenç şeyleri evime sokmam' dedim. Hala nefret ediyorum ama koltuğumun lekelerinden daha çok nefret ediyorum.😂😂😂 Koltuğu yıkattıktan sonra alacağım el mahkum. Bknz büyük lokma ye büyük söz deme.😒
*Her zorlandığızda ( bebeğiniz yemiyor, atıyor, ev batıyor) onun suratındaki 'ben başardım' mutluluğunu hatırlayın. Ve suyun, deterjanin temizleyeceği şeyleri çok da dert etmeyin.
 İster BLW yapsın bebeğiniz, ister kaşıkla kendiniz besleyin ama lütfen onun bir birey olduğunu unutmayin ve yemek için zorlamayın. Önceliğiniz onun beden ve ruh sağlığı olsun. Hiç yemek yemiyor diyip abur cuburu dayamanın, yemek vaktinde ağlatarak yedirtmenin ne size ne de ona faydası yok!

1 Nisan 2018 Pazar

Sahi Neydi Bu Doğal Ebeveynlik?

Buraları epeyi boşladım bu aralar farkındayım. Eylül büyüyor ve her geçen gün algısı daha da genişliyor. Malum devir teknoloji devri ve elimizdeki telefonlarla her şeyi yapar olduk. Haliyle çocukların da ilgisi bizim 'oyuncaklarımıza' kayıyor ister istemez. Önceden her anını kayıt altına alırdım. Şimdi telefonu elimde gördüğü an istiyor.😒 Bu sebeple telefonla olan ilişkime sınırlama getirdim.
 Ara ara okuduğum kitapların nacizene değerlendirmelerini paylaşacağımdan bahsetmiştim. Bu seferki okumalarım ebeveynlik üzerine.
 Sözü daha fazla uzatmadan "Işığın Yolu" isimli kitabın değerlendirmesi ile başlıyorum.🙆
Uzman Psikolog Nilüfer Devecigil'in kaleme aldığı sıcacık bir roman Işığın Yolu.  Yazar, hikayenin kahramanları üzerinden bu dönem çok popüler bir söylem olan "güvenli bağlanma" yı anlatıyor. Ayşenur ve Michael'ın aşklarını, ebeveynlik yolculuklarını gözünüzde canlandırırken, yazarın aralarda paylaştığı bilgiler sayesinde kendi yolculuğunuza gidiyorsunuz. Su gibi akan, bittiğinde yüzünüze bir gülümseme iliştiren kitaplardan. Bence bu kitabı okumak için ebeveyn olmaya gerek yok. Kendi bağlamamız üzerine de düşünmemizi sağlıyor çünkü. Size anlamsız gelen bazı davranışlarınızın altındaki küçük yaralarınızı keşfetmenize olanak sunuyor. Hemen oracıkta o yarayı pansuman dahi edebiliyorsunuz. Şefkatle sarılıyorsunuz içinizdeki küçük çocuğa. 
Kitapta bahsedilen terimlerden biri 'regülasyon'. Sanırım bunu düzenleme, sakinleştirme olarak çevirmek yanlış olmayacaktır. İçimizde kopan o fırtınaları dindirmeye regüle olmak deniyor. Çok öfkeliyizdir çünkü aslında anlatmak istediğimiz sey anlaşılmıyordur. Öfkenin altındaki gerçek nedeni bulduğunuzda ya da üzüntünün o zaman regüle oluyorsunuz. Yani bir tur anlaşılma ya da anlamlandırma hali bana kalırsa. Bunu kendi kendinize başardığınızda özregülasyon sağlamış oluyorsunuz. Benim ilk defa bu kitapta duyduğum terim mindfulness oldu. Mindfulness anda ve olayda kalmak, kendi farkındalığınızı arttırmak adına yapılan bir çalışmanın ismi. Bu alanda ülkemizde de yapılan bazı atölyeler var. Psikonet Yayınlarından çıkan bir kitapta var. Alınacak kitap listeme ekledim bile. 🙆Bu kitabı bir kelimeyle ifade etmek istesem, o kelime sıcacık olurdu. 💕 
 Gelelim Doğal Ebeveynlik kitabına...
 Bu kitabı hamileyken okumadığım için çok pişmanım. Lohusayken neden, neden, neden dediğim her şeyin cevabı içinde. 😀 İtiraf etmem gerekirse bu benim icin geç kalınmış bir okumaydı bereket versin ki en güzel kılavuzum kızım olduğu için doğru adımlar atmışım. Kitapta doğal ebevenlik için yapılması gerekenler madde madde anlatılıyor. Ancak bu maddeler için genel geçer ya da olmazsa olmaz gibi bir tutum yok anlatımda. Aslında madde kelimesi yerine doğal ebeveynlik esaslarını kullanmak daha doğru olur sanırım. Bu esaslardan birkaçı birlikte uyumak, bebek giymek, bebeğin ihtiyacına anında cevap vermek. Ben bu kitapta yazan tüm esasları uyguladım, uyguluyorum. Arada gelen o karamsar hisse rağmen çok şükür ki meyvelerini toplamaya başlıyorum. Şu ana kadar olan annelik serüvenimin hiç şüphesiz beni en zorlayan dönemi ilk 3 aydı. Eylül geceleri asla uyumaz, sabah 6 gibi uyur öğlen 12 gibi uyanırdı. Uyanık olduğu süre boyunca sadece emerdi. 2. ayının sonuna doğru dil bağı olduğunu bundan sebep sürekli emmek istediğini öğrendik. Dil bağını kestirince emmeler nispeten azaldı ama asıl hayatımı kurtaran doğru emme ve memeucu yaralarının iyileşmesi oldu. 3 ayın sonunda en azından gece gündüz kavramı oturdu. Yine benim dışımda kimsede sakinleşmez, gündüzleri kucağımda uyurdu. Bazen bu sürecin geçeceğine dair hiç umudum kalmazdı. Bu kitapta bu tarz bebekler için bir talepkar bebek tabiri kullanılıyor. İngilizcesi highneed baby. Hamileyken duydugum bu tabiri hemen görmezden gelirdim. Lakin korkunun ecele faydasi yok tabi.😀 Çok şükür ki bu highneed dönemi sona erdi. Nasıl mı? O talep etmeden gösterdiğim ilgi sayesinde.
 Ve son kitap... Bağırmayan Anne Baba Olmak.
Bu kitap ise tam da vaktinde okuduğum bir kitap oldu. Bu kitaptaki örnekler daha çok İngilizce'de toddler(yürüyen çocuk) ve teen(ergen) denilen yaş grubunu kapsıyor. Yer yer Amerikanvari konuşmaları olan eğlenceli bir dille yazılmış bu kitaptan bana kalan, önce kendine odaklan öğretisi oldu. Yani şöyle çocuğunuzun yaptığı bir şey sizi öfkelendirdiğinde, tetiklendiğiniz noktanıza odaklanın diyor. Mesela bir şeyle meşgul olduğumda Eylül, genelde istediği çoğu şeyi ağlayarak ister. Çünkü dikkatimi bu şekilde daha hızlı kendine çekebileceğini öğrendi. Bu davranışın beni, gergin olduğum zamanlarımda  öfkelendirdiğini farkettim. Diğer öğreti ise, kendinizden ve evliliğinizden vazgecmeyin oldu. 16 ayın tamamını birlikte geçirdik kızımızla. Sanırım artık annelikten küçük molalar alma vakti geldi.💜 Eylül' ün bensiz duramaz endişesini yine Eylül kendisi bozdu. Kuzenleriyle birlikte oynarken beni hiç aramadığını farkettim. 2 kere zorunlu hastane işleri süresini böylece sorunsuz atlattık. Bu kitapta onaylamadığım bir şey var yalnız. Bir bölümün çocuğunuza sizin de katlanacağınız cezalar verin gibi bir mesajı vardı. Hangi yaş grubuna dahil olursa olsun insan, ceza ile terbiye edilmemeli bana kalırsa. Biliyorum, mutlaka işlerin zora girdiği dönemler vardır ama her zaman şefkatli bir çözüm bulunacağına inanıyorum.💕
 Çok sevdiğim İngilizce bir şarkı vardır, This is My Way(Bu Benim Yolum)... Evet, arada tökezliyorum, bazen yanlışlar yapıyorum ama nerde hata yaptığımı farkedersem o anın telafisini yapıp yoluma öyle devam ediyorum.  Hep diyorum hep de diyeceğim. Eylül büyüyor ama beni de büyütüyor.🙏

13 Şubat 2018 Salı

6 Haftaya Sığmayan Lohusalık

 Hamile olduğumu öğrenmeden önce hamilelik ile ilgili her şeyin hemcinslerim tarafından bir nebze abartıldığını düşünürdüm. Bulantılar, aşermeler, dengesiz ruh hali vs. diye uzayıp giden bir liste vardı aklımda. Hayır ne kadar zor olabilirdi ki? Hem madem bu kadar zor yeryüzünde milyonlarca kadın, milyonlarca yıldır neden doğuruyor? Hiiiç! Ne diyordu atalarımız 'büyük lokma ye, büyük söz konuşma!' Yine kınadığımı yaşamadan ölmeyecektim neyseki...
 5 ay boyunca içim dışıma çıkana kadar kustum, benim için en keyifli aktivite olan yemek yemek, işkenceye dönüştü. Bir köpek gibi kesinleşen koku alma duyum yüzünden tüm dünya üzerindeki her şey leş kokuyordu! Bulantılar bitti, kokular hafifledi ama bitmiyordu efendim gebelik derdi! Ne yersen ye 10 dakika sonra burnuna kadar gelen o acı su, iki hareket ettikten sonra dünyayı yüklenmişsin misali yorulman, uykusuzluk ve daha birsürü şey... 'Doğsa da kurtulsak en azından oynarım kızımla.' diyordum. Zavallı ben bilmiyormuşum hamilelik sadece 'iceberg'in görünen yüzüymüş. Denizlerin dibinde adına LOHUSALIK denen devasa bir kütle daha varmış!

  Doğumla beraber kadın vücudundaki binlerce hormon düşüşe geçiyormuş. Bilim dünyası doğumdan sonraki ruh halini hormonlardaki bu değişime bağlıyor. Eğer şanslıysanız 6 hafta içinde kısmen eski ruh halinize geri dönüyorsunuz. 6 hafta bitti ancak hala yolunda gitmeyen şeyler mi var? Arada insanları gırtlaklama, herkesten uzaklaşma, sürekli hissedilen çaresizlik ve en kötüsü bu halin asla geçmeyeceği hissi hala devam mı ediyor? O zaman postpartuma( lohusa depresyonuna) merhaba deyin!
  Bu yazımda postpartumun bilimsel kısmından çok farkındalığını arttırmak üzerine yazacağım. Başka coğrafyaları bilmiyorum ama bence Türkiye'de kadın olmak çok zor. Kim ne derse desin erkek egemen bir toplumuz ve malesef öyle olmaya da devam ediyoruz. Kadının yük ve sorumlulukları çocukluk yaşlarından başlıyor ve haksız bir şekilde artıyor ölene kadar... Doğumdan sonrası, bu haksızlığın belki en büyük parçası. Çünkü çocuk büyütmek yalnızca kadının vazifesiymiş gibi davranıyoruz. Kadın, 'anne' oluyor ya bir kere, istiyorlar ki kadın kendi benliğini ailesine vakfetsin. Harika bir anne, eş, ev hanımı, evlat, gelin, işçi oluversin. Tüm kimliklerini layıkıyla yerine getirsin ama of demesin, yardım istemesin! Mükemmel olsun ama bunu kendi başarsın! Hal böyle olunca depresyon kaçınılmaz oluyor pek tabi. Çünkü ne yaparsanız yapın o koltuğa birden fazla karpuzu sığdıramıyorsunuz!
 Bu aralar çok popüler olan bir dizide kısmen olsa da lohusa depresyonundan bahsedildi. Ordaki yeni anne bereket versin zengin bir ailenin geliniydi de depresyonunu dahi layıkıyla(!) yaşadı. Oysa gerçekte çoğu kadın yaşadığı şeyin ne olduğunu bile bilmeden bu dönemi atlatıyor. Yaşanan bu duygusal devinimden hiç şüphesiz en çok yara alan, masum yeni doğan oluyor. Peki ne oluyor, ne yaşanıyor da insan bu hale gele gelebiliyor? Bence gebelik süreci sonrası için çok önemli bir faktör. Sıfır stressiz bir hayat mümkün mü bilemiyorum ama eğer stres seviyenizi en azından bu süreç içerisinde minimize eder ve kendinizi doğuma ve sonrasına hazırlarsanız, bu duygusal hareketlilikten en az şekilde etkilenirsiniz. Bir de doğum sonrası yaşananlar var tabi. İçinizden başka bir kadın çıkıveriyor. Bir yanınız sevgiden dolup taşıyor. Daha önce hiçkimse, birini böyle sevmemiştir herhalde diye müthiş kuvvetli bir his var içinizde. Bir yanda da uykusuzluk, üniformanız haline gelen pijamalarınız, yağlanan saçlarınız, dağınık eviniz ve bebek görmeye gelecek misafirleriniz var. Eşinizle tek sohbet konunuz, ailenin yeni ferdi. Yemek yemek, duş almak gibi temel ihtiyaçlar sizin için lüks haline dönüşüyor. Korkmayın bunları herkes yaşıyor ancak nedense mükemmel annecilik oynamak bazı kadınların hoşuna gidiyor. Herkes size bebeği soruyor. Uykusu nasıl? Emiyor mu? Aa mama mı verdiniz? Vermiyorsanız, aç bu çocuk seni emzik gibi kullanmasından belli. gibi cümleler hiç bitmiyor. Kimse size 'sen nasılsın?' diye sormuyor. Anne kendini kötü hissetse dahi bunu söyleyemiyor. Kendi içinde verdiği mücadele yetmiyormuş gibi bir de anneliğini kanıtlamaya kalkıyor. İnsan insanın kurdu mudur? emin değilim ama bir kadını en çok yine kendi hemcinsi üzüyor bu süreçte.
 Yavrunuz dünyaya, siz de hem ona hem de yeni düzeninize adapte olmaya çalışıyorsunuz. Bu yeni çekirdek aileniz için büyük bir sınav. Bu süreçte asla unutmamanız gereken bir şey var: Yardım istemek sizi yetersiz bir anne yapmaz! Bir çocuğu büyütmek için bir köye ihtiyaç vardır diyor bir Afrika atasözü. Benim kendi lohusalığımda yaptığım en büyük hatam buydu. Ender dışında kimseden yardım istemedim. Sanki Eylül'e tek başıma bakabilirsem 'başarılı' olacaktım. Neden sonra çocuk büyütmenin bir proje olmadığını anladım bende bilmiyorum.
 Eğer bu yazıyı okuyan bir tane bile hamile ya da lohusa varsa, sana sesleniyorum kardeşim korkma geçiyor! Geçiyor ama bitmiyor sorunlar gerçekçi olmak gerekirse. Sorunlar başka sorunlara evriliyor ama sen de evriliyorsun. Anneliğe, yeni hayatına adapte oluyorsun. Çocuk büyüyünce derdi artıyor diyorlar ama ben şu an için tersini tecrübe ediyorum. Kızım büyüdükçe paylaştığımız şeyler de artıyor ve annelik daha keyifli olmaya başlıyor. En azından bu benim için böyle. Anneliğini, bebeğini kimseyle kıyaslama! Kardeşin bile, diğer kardeşten farklı olduğunu asla unutma! Bebeğine güven ve yalnızca onu dinle! Bırak işler beklesin, misafirin evine bebek sevmeye değil de yardıma gelsin. Bebeğin uyuyunca sen de uyu! Ve en önemlisi kendinden asla vazgeçme güzel anne! Sütun bol, bebeğin uykucu şirin olsun inşallah. Uykusuz gözlerinden öperim.❤